Bu Blogda Ara

Kamp yapmak için nereyi tercih edersiniz ?

Batı Trakya'ya gitme fırsatınız olsa nereye giderdiniz ?

27 Mayıs 2010 Perşembe

Sınırın öte yanında hayat çok daha ucuz: DEDEAĞAÇ

Aleksandrupolis yani Dedeağaç, Türkiye sınırına 35 kilometre mesafede, çok çok eski bir küçük şehir. Her yanda Osmanlı izleri, her yanda tarih, her yanda balık, şarap, zeytinyağı var. Saroz’un devamında, İpsala sınır kapısının 35 kilometre batısında. Yeşilliklerin, zeytin, çınar, selvi, salkım söğüt ağaçlarının gölgesinde bir liman kenti. Sınırdan çıktıktan yarım saat sonra şehrin göbeğine varıyorsunuz. Üstelik orada hayat Türkiye’den çok daha ucuz.

BATI TRAKYA TARİHİ-İSKEÇE VE GÜMÜLCİNE FOTOĞRAFLARI

Batı Trakya'nın Bir Başka Şehri..Dedeağaç..

Dedeağaç
  • Dedeağaç, Aleksandropolis, Alexandroupolis[1] (Yunanca: Αλεξανδρούπολη / Alexandroúpoli, 1974'e kadar Katharevousa Yunancası ile Ἀλεξανδρούπολις / Alexandroúpolis, Bulgarca Дедеагач / Dedeagaç, Osmanlı Türkçesi: دده آغاج / Dedeağaç) Yunanistan'da Batı Trakya'da Evros İlinde (nomos) bir liman kenti olup aynı zamanda bu ilin merkezidir. 2001 nüfusu 48.885'dir. 
  • Evros (Meriç Nehri) bölgesinin en büyük şehridir. Genel olarak Batı Trakyalı Türk'nin yaşadığı, 2001 yılındaki nüfus verilerine göre kentte 40.439 Türk'ün bulunduğu belirtilmiştir. 
  • İpsala Gümrük Kapısından 30 dakika (40km) kadar uzaklıkta yer alan yerleşim biriminde küçük bir havaalanı ve bir sağlık bilimleri fakültesi bulunur. Liman şehri olması sebebi ile yaz aylarında az da olsa turist alır. Üniversite şehri olması nedeniyle nüfusun önemli bir kısmı öğrencilerden oluşmaktadır. 
  • Kentin en işlek caddesi "Dimokratias"dır. Cadde üzerinde bir çok cafe, banka ve alışveriş dükkanı bulunmaktadır, ancak bunların çalışma saatleri oldukça ilginçtir, Sabah 09,00 - 13,00 arası öğleden sonra da 17-18 saatleri arası açıktırlar geri kalan zamanlarda ve haftasonları her yer kapalıdır. Aynı durum benzin istasyonları için de geçerlidir. Alexandroupoli'nin 11 km Batı'sında deniz kıyısında "Makri" adında küçük bir köy vardır, şirin ve sade dekorlu, lezzetli mönüleriyle balık restoranları mevcuttur.

Aile..

Batı Trakya Türk toplumu gelenekçi ve kaderci bir aile yapısına sahiptir. Genelde, anne, baba, çocuklar, nine ve dede aynı evi paylaşmaktadırlar. Evde söz sahibi olan babadır. Fakat, kararlar bir istişarenin sonucunda alınır. Evde büyüklere saygı ve hürmet gösterilir. Evin reisine karşı sonsuz bir güven vardır. Akrabalar arasında, evlilik, kesinlikle olmamaktadır. Bu kurala kesinlikle uyulur. Batı Trakya Müslüman Türk’ü sadece ve sadece kendi soyundan gelme kişilerle evlilik yapmaktadır. Hristiyanlarla evlenen kişilere şimdiye kadar rastlanmamıştır. Akraba ziyaretleri de çok sıkıdır. Genelde, küçükler büyüklerin ziyaretine gitmektedirler. Akrabalar arasında sonsuz bir dayanışma vardır. Herhangi bir afettten sonra, ilk yardıma koşanlar yine kendi akrabaları olmaktadır. Evde, özellikle de kırsal kesimde bütün aile bireyleri çalışmaktadır. Evin yemek pişirme ve çocuk bakım işleri ise kadına aittir. Batı Trakya Türklerinde doğurganlık oranı hızla düşmektedir. Eskiden var olan 6-7 çocuk, şimdilerde ikiye ve hatta bire gerilemiştir.

25 Mayıs 2010 Salı

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Düğünler..

KIZ İSTEME


Batı Trakya Türk toplumunda ailenin oluşumu, oğlan tarafının kız istemesi ile başlamaktadır. Eski yıllarda oğlan ve kız birbirlerini göremiyorlardı. Şimdi bunun tam tersi yaşanmaktadır. Oğlan ve kız özgür iradeleriyle yuva kurmaktadırlar. Kızın istenmesinden önce her iki taraf da birbirlerinin aile durumlarını soruştururlar. Bu araştırma-soruşturma işlemi, genelde, köyün saygın kişileri ve akrabalar vasıtasıyla olmaktadır. Karşılıklı soruşturmalardan sonra, eğer karar verilmişse, oğlan tarafı kız tarafına dünür gönderir. Kız istemeye gidecek olan insanların, köyde yaşayan dürüst ve sözü dinlenen kişiler olması gerekmektedir. Kadın veya erkek olmasında da bir sorun yaşanmamakla birlikte, genellikle erkek gönderilmektedir. Kız istemeye giden kişilere “Dünürcü” denmektedir. Dünürcüler, mutlaka, Pazartesi ve Perşembe akşamları gönderilmektedir. Bu durum neredeyse kesin bir kural niteliğindedir. Kız evine giden dünürcüleri, kızın babası ve annesi karşılar ve en güzel odalarına geçirirler. Kız daha sonra dünürcülerin yanına gelmektedir.Karşılıklı olarak hal-hatır sormalardan sonra, istenen kız kahve getirmek üzere odadan uzaklaşır. Bu arada, kahveler gelinceye kadar değişik güncel konulardan sohbetler açılır. Kız kahveleri getirir. Eğer oğlanda gözü varsa ve onunla yuva kurmak istiyorsa, kahveyi tatlı yapar. Eğer oğlanı beğenmiyorsa kahve tamamen şekersiz yapılmaktadır. Bu gerçekte çok kritik bir andır. Kahve şekersiz dahi olsa, dünürcüler bunu ses çıkarmadan ve hiç belli etmeden içmek zorundadırlar. Kahveler içildikten sonra asıl konuya geçilir. Dünürcüler, “Allah’ın emriyle Peygamberin kavliyle kızınızı istemeye geldik” derler, böylece konu açılmış olur. Oğlan tarafı kendi tarafının durumunu ve oğlanın meziyetlerini ballandıra ballandıra anlatır. Kız tarafı ise bütün bunları dinler. Ilk defa gelen dünürcülere kesinlikle bir cevap verilmez. Kız, eğer, verilmeyecek dahi olsa, yine, “gene gelin” denir. Dünürcüler kız istemeye gittiklerinde, beraberlerinde herhangi bir şey götürmezler. Birinci defada cevap vermeyen kız tarafı, oğlan tarafını iyiden iyiye soruşturur. Dünürcüler ikinci defa gelir. Konu artık bilinmektedir. İkincide de cevap verilmez ve yine “gene gelin” denir. Fakat, kız verilecekse, ailenin tutumunda bazı yumuşamalar göze çarpmaktadır. Dünürcüler, nihayet üçüncü defa gelirler. Kız eğer verilecekse, mutlaka üçüncü defada verilir. Bu kesin bir kuraldır. Bunun aksi, kız tarafını, küçük düşürdüğüne inanılır.


DÜĞÜN YEMEKLERİ
 


Düğünde genellikle koyun, keçi ve sığır kesilmekteydi. Kesilen hayvanların kafalarından paça çorbası yapılır ve hizmete gelmiş olan kadınlar tarafından yenirdi. Bu bu gün dahi böyle olmaktadır. Yemekleri ise, bu konuda uzmanlaşmış aşçılar yapmaktadır. Et yemeğinin dışında, kıymalı çorba, nohutlu pilav, kazeler (gaziler) helvası veya kaşık helvası, yoğurt, mevsime göre salata çeşitleri mutlaka bulunmaktaydı. Özellikle, çorba pişirilirken kemikler de içine katıldığından çok lezzetli olmaktaydı. Yemekler, köyün gençleri tarafından sofralar halinde misafirlere taşınır. Düğüne davetli kişiler, “sini” denilen ağaçtan yapılma yer sofrasına otururlar. Bütün yemeklerden sadece birer çanak getirilmekte ve ayran da tastan içilmekteydi. Yemek yeme işlemi bittikten sonra, sofradan kimse kalkmaz. Yemekte bulunanlardan herhangi bir kişi “sofra duası” okur. Eller yukarı doğru açılır ve Allaha, verdiği nimetlerden ötürü dua edilir. Dua bittikten sonra ise birkaç yudum yemek adetten sayılmaktadır.Yemek verme işlemi gün boyu devam etmektedir.


DÜĞÜN BAHŞİŞLERİ


Düğüne çağrılan kişiler mutlaka beraberlerinde bahşiş de getirmektedirler. Eskiden genelde, bakır kaplar, cam eşyalar ve para getirilirdi. Günümüzde ise ev eşyaları ve para verilmektedir. Akrabalık durumu da, bahşişin cinsini etkilemekteydi. En yakın akrabalar, altın lira, ev ve giyim eşyaları getirmekteydiler.



NİKAH

Nikah, köyün remi hatibi tarafından kıyılır. Hatip, önce oğlan evine gelir. Burada, kız evine gidecek en yakın akrabalar da bulunur. Hatip damata üç defa kızı isteyip istemediğini sorar. “Evet” demek yeterli olmayıp, net bir şekilde üç defa “istiyorum” demesi gerekmektedir. Burada da yine yemek hazırlanır. Oğlan tarafının rızasını alan hatip ve beraberindeki heyet, kız evine gider. Burada da kız tarafının en yakın akrabaları bulunur. Aynı şekilde kıza da sorulur, onun da rızası alınır. Yalnız burada bir fark vardır. Hatip, soru esnasında oğlanı gördüğü halde, kızı görememektedir. Son yıllarda bu konuda da yumuşamalar olduğu gözlenmektedir. Kızın rızası alındıktan sonra, nikaha, altın türünden bazı meblağlar konulur. Nikah bitiminden sonra, hatip bu durumu müftülüğe bildirir. Böylece resmi bir nikah kıyılmış olur. Nikah genellikle düğüne yakın bir zamanda kıyılır. Bunun yanında, güven sağlamak amacıyla çok önceden de nikah kıydıranlar olamaktadır.

TOPRAK BASTI

Görüşmelik ve nikah işlemlerinin sona ermesinden sonra, damat eğer başka bir köydense, kısacası yabancıysa, “toprak bastı” denilen bir adet yaşatılırdı. Evleneceği kızı görmeye gelen damat, köyün gençleri tarafından yakalanır ve toprak bastı denilen bir miktar para istenirdi. İstenilen rakam genelde, ilk başlarda çok yüksek tutulur ve pazarlık yapılırdı. Damat bu parayı vermediği taktirde, kızın köyüne istenmezdi. Zamanla bu konuda tatsız olaylar dahi yaşanmıştır. Bu adet her ne kadar yumuşamış dahi olsa hala devam etmektedir. Damattan alınan bahşiş, köy gençlerinin eğlencelerinde kullanılırdı.


DÜĞÜN ALAYI

Düğün alayı eskiden hayvan arabaları ile yapılırdı. Şimdilerde ise özel arabalar kullanılmaktadır. Düğün alayına katılacak olan arabalar sabahtan daha süslenmeye başlanır ve üzerleri kilim ya da kepe denilen örtülerle kaplanırdı. Hayvan arabalarının içersine iki sıralıya oturak konulur ve gençler buralara otururlardı. Gelin alayına genelde gençler çağrılırdı. Gelin alıcılar kız evine hareket etmezden önce, bir grup genç, kız evine gider ve “yastık” denilen eşyaları alırlardı. Bu eşyalar genellikle dokuma gömlek olurdu. Bu gençler bir nevi haberci niteliğindeydi. Gençler oğlan evine döner dönmez, gelin alayı hareket ederdi. Kız evine ulaşan gelin alıcılar, kadın ve erkekler olmak üzere ayrı ayrı evlere geçirirlerdi. Burada kahveler içilir ve gelin dışarı çıkıncaya kadar burada beklenirdi. Eskiden, gelin alayına damat iştirak etmezdi. Günümüzde ise damat da alaya katılmaktadır. Gelin alayına başkanlık eden, genelde oğlan babası , amcası veya da çok yakın akrabalarından bir tanesi olurdu. Getirilen kahvelere karşılık, alay başkanının kahve fincanı ters kapanır ve böylece bahşiş vermesi istenirdi. Gelin, oğlan tarafının bir yakını tarafından evden dışarıya çıkarılır ve arabalara bindirilirdi. Bu arada alay hayvan arabasıysa, boyunduruğun çivisi, ailenin en küçük çocuğu tarafından saklanır ve alay başkanından bahşiş istenirdi. Bahşiş almada sıkı bir pazarlık yapılırdı. Arabaya binen gelinin yanına, daha sonra koltuğuna girecek olan genç bir bayan otururdu. Gelin alayı hareket ettikten sonra, kız annesi veya akrabaları tarafından, arabanın arkasından pirinçli su dökülürdü. Yol boyunca, gelin alayının önü urganlar çekilerek kesilir ve bahşiş istenirdi. Bu sık sık tekrarlanırdı. Yoluna devam eden gelin alayı, kesinlikle geldiği yoldan gitmezdi. Alayın geldiği yoldan dönmesi uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Yol boyunca mutlaka da bir çay üzerinden geçilir ve mendil atılırdı. Oğlan evine yaklaşan gelin alayı davul- zurna ile karşılanır ve yavaş yavaş ilerlerdi. Gelin alayının oğlan evine varması akşam saatlerine kadar sarkardı. Bu zaman diliminde genç erkekler alayın önünü keser ve oynarlardı.




DAMAT TRAŞI


Gelin alayı oğlan evine ilerlerken, damat adayı da hazırlıklarına başlar. Damat ilk önce bahçede traş olur. Traş esnasında, berberin sol koluna, damatın ailesi tarafından bir mendil bağlanır. Bağlanan bu mendile de, berbere takılan paralar tutturulur. Damat traşı kasıtlı olarak uzun sürdürülür. Traş esnasında, damat ve arkadaşları oyunlar oynarlar. Yine bu arada, damata, ailesi ve arkadaşları takı takarlar. Bu takılar genellikle paradır. Traşın bitiminde damat arkadaşlarının eşliğinde giyinmeye alınır. Damat, burada arkadaşları tarafındann giydirilir. Damatın bütün bu hazırlıkları bittikten sonra, artık beklemeye başlanılır.


KINA GECESİ

Daha önceki yıllarda düğünler günümüzde de bazı köylerde yaşatıldığı gibi Salı gecesi kız evinde sadece kadın ve kızların katıldığı "Kına hurulması" ,"Kına vurulma", "Kına yakma" ile başlar. Cuma günü "Cuma sabası" ile sona erermiş.
Kına gecesinde gelinin kız arkadaşları, kadınlar ve erkek evinden gelenler toplanır.Genelde kadınlar tef darbuka ile türküler maniler söylermiş.
Hava güzel ise avluya bir kilim serilir. Gelin kilimin üzerine ya da bir sandalyeye oturtulur. Hava iyi değilse kına ev içersinde yapılır.



MENDİL ALMA



Kız eğer verilmişse, kahve faslından sonra, gelin gidecek kız, bir tabla içinde gelen dünürcülere mendil getirir. Mendiller üçgen biçiminde ve beyaz renktedirler. Mendili alan dünürcü, tablaya hediyesini para olarak bırakır. Her mendil alanın para hediyesi vermesi adettendir.Kız tarafı, kızın verildiğinin bir işareti olarak, dünürcülere, oğlan tarafına götürülmek üzere, giyim eşyası ve tatlı gönderirler. Buna “mendil alma” denmektedir. Oğlan tarafına gelen dünürcüler, burada oğlan ve ailesi tarafından neşe içersinde karşılanırlar.






SÖZ DÜZME

Aradan bir iki gün geçtikten sonra asıl “söz düzme” denen olaya geçilir. Oğlan ve kız karşılıklı bir gün tayin ederek ve yanlarına ailelerini de alarak söz düzmeye gidilir. Her iki taraf da karşılıklı olarak birbirlerine giyim eşyaları ve altın takılar alırlar. Bu arada oğlan tarafı, kız evine gönderilmek üzere kuru yemişlerden ve şekerlerden oluşan çerezleri de alır. “Söz düzme” olayında, oğlan ve kızın her istediği alınır. Kızın beğendiklerini oğlan tarafı, oğlanın beğendiklerini de kız tarafı ödemektedir. Daha sonra, alınan takılar ve giyim eşyaları eve getirilir. Kızın eşyaları, kız evine göderilmek üzere oğlan tarafına, oğlanın eşyaları da kız tarafına götürülür.


SÖZ DİKİMİ

Daha sonra, “söz dikimi” sahfasına geçilir. Söz dikimi için akrabalar, komşular ve bu işten anlayan kişiler davet edilir. Söz dikicilerin hepsi kadın olmak zorundadır. Daha önceden oğlan evinin sandığında bulunan eşyalar çıkarılır. Büyük kumaş parçaları düz bir yere serilir. Kumaş yerine kadife de kullanılmaktadır. Yere serilen elbiselik kumaşların üzerine, kenarlarına oya çekilmiş, çember, krep, çorap, ayna, altın türleri (genellikle bilezik, küpe v.b) ve işlemeli bohça türünden eşyalar konur. Bu eşyalar, çeyiz iğneleri ile, kumaşın üzerine tutturulur. Fakat, ilk iğneyi damat olacak olan oğlanın batırması gerekmektedir. Damatın bu hareketinin uğur getirdiğine inanılmaktadır. Bu arada oğlan da orada bulunan kadınlar tarafından tebrik edilir. Söz dikme olayı büyük bir sevinç içersinde yapılır. Dikilen sözler, akraba ve dostların görmeleri amacıyla duvarlara asılır. Genellikle üç adet bu tür dikimler yapılır. Bunlara “mendil karşılığı”, “tava karşılığı”da denmektedir. Sözün dikiminden sonra, yine dünürcüler vasıtasıyla kızın evine götürülür.


GÖRÜŞMELİK


Karşılıklı olarak söz getirip götürmeler bittikten sonra, “görüşmelik” denen başka bir geleneğe geçilir. Görüşmelik olayında amaç ailelerin tanışmalarıdır. Mutlaka kız evinde yapılır. Bu tanışma merasimine her iki taraftan da akrabalar davet edilir. Oğlan ve kız beraberce beğenip aldıkları elbiseleri giyerler. Kız evine gelen misafirler, kadınlar, erkekler ve gençler olmak üzere üç guruba ayrılırlar. Her zaman olduğu gibi yine kahveler içilir, sohbetler edilir. Oğlan annesi gelini gördüğünden dolayı, odanın içine kumaş veya kadife serer. Serilen bu kadifelerin üzerinden gelin yürütülür. Bu adete de “gelin yürütme” denmektedir. Kız ve oğlanın yüzük takılacak parmakları kırmızı bir şeritle bağlanır. Şeriti genelde ailenin en küçük bireyi kesmektedir. Bu gelenekte de, makas, ilk seferde şeriti kesmez. “bu makas kör kesmiyor” denir. Makasın kesmediğini gören damat bahşiş olarak para verir. Sonuçta şerit kesilir. Devamında da her iki taraftan gelen akrabaların ellerini öperler. Bu arada, oğlan tarafı kıza, kız tarafı da oğlana çeşitli para hediyeleri takarlar. En yakın akrabalar, genelde, altın takmaktadırlar. Bu olaya da “takı takma” denmektedir. Takı olayından sonra, oğlan tarafının getirdiği tatlılar (eskiden baklava şimdi ise pasta getirilmektedir) orada bulunanlara ikram edilir. Bu arada hatıra olarak fotoğraf ta çektirildiğini belirtmek gerekmektedir. Görüşmelik sona erdikten birkaç gün sonra, “tava açma” geleneği de yaşanmaktadır. Söz getirmeleri sırasında, kız evinin oğlan evine gönderdiği tatlı tepsisi veya çikolata kutusu, oğlan evine gelen kız tarafından açılmaktadır.

Görüşmelik olayından sonra, oğlan ve kız artık nişanlı sayılmaktadırlar. Eskiden nişanlı kalma süresi çok uzun sürerdi. Şimdilerde ise bu süre gittikçe kısalmaktadır. Görüşmelik ile düğün arasındaki zamanda, oğlan annesi sık sık gelini olacak olan kızı ziyaret eder. Her ziyaretinde de mevsime göre giyim eşyaları ve çerezler getirir. Bu gidip gelmeler esnasında, düğün hazırlıkları da konuşulur.

DÜĞÜN HAZIRLIKLARI


Düğün zamanı yaklaştıkça herkesi bir heyecan sarar. Eskiden düğünler Çarşamba günleri başlar ve Perşembe günü gelinin alınmasıyla sona ererdi. Günümüzde ise, genellikle Cumartesi Pazar günleri yapılmaktadır. Düğüne akrabalar ve dostlar davet edilirdi. Davet işlemi haneleri tek tek dolaşılarak yapılırdı. Fakat, kadın ve genç kızların davet edilmesi daha değişik oluyordu.

23 Mayıs 2010 Pazar

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Batı Trakya'nın Kıyafetleri





KADIN KIYAFETLERİ


Kadınlar evde oldukları zaman ayağa renkli şalvar ve üst kısmına da entari giyerlerdi. Saçlar kesilmeyip belik örülürdü. Saçın kesilmesine iyi gözle bakılmazdı. Kadının dış kıyafeti ise başta, siyah veya beyaz renkte “bez” dediğimiz ve omuzlara kadar inen örtü, ve aşağıya giyilen “ferace”den oluşuyordu. Feracenin siyah renk olması mecburiyeti vardı. Günümüzde dahi ferace giyenlere rastlamak mümkündür.

ERKEK KIYAFETLERİ

Batı Trakya’da erkekler, bilhassa yaşlılar, zaman zaman, eski kıyafetlerini giymeye devam etmektedirler. Erkek kıyafetleri rahat olmanın yanında şık olma özelliğini de gösteriyordu. Potur en baş giyecekti. Yalnız, poturun ağ kısmı fazla geniş olmayıp, aşağı doğru indikçe daralmaktaydı. Siyah ve lacivert renk hakimdi. Poturun altında lastik ayakkabılar, çarık veya da potin kullanılırdı. Çoraplar, poturun üzerine gelecek şekilde yukarıya kadar çekilirdi. Çoraplar, genelde eyaz renkti. Poturun üzerinde “mintan” dediğimiz yakasız gömlekler tercih edilir ve bunlarda çizgili veya sade renklerden oluşurdu. Mintanın üzerine de kolun sadece üst kısmı olan yelekler giyilir ve bu kol parçaları kolun üzerinden sarkıtılırdı. Bele ise, birkaç defa dolanabilen beyaz bezden yapılma kuşak sarılırdı. Kuşağın içersine sigara tabakası, çakmak, ağızlık ve de küçük bir çakı da konurdu. Başa ise, kenarları tam dik olmayan fes geçirilir ve etrafı kahverengi bir bezle sarılırdı. Fes yerine bazen beyaz bir takkenin etrafı da sarılmaktadır. Fes genellikle koyu kahverengiydi. Eski yıllarda damatların da bu şekilde giyindiği anlatılmaktadır.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Selanik Türküsünün Hikayesi

Selanik Türküsü'nün Hikayesi

Günlerden bir gün, Selanik yakınlarındaki Mazganlı Köyü’nden Mehmet adlı bir genç alış veriş için Rüstem Ağa’nın mağazasına geldi. Eline aldığı kumaşları yumaklayıp, denetliyor, fiyatlarını soruyordu kumaşların. Sonunda, elbiselik, gömleklik kumaşlardan seçip, kuşağından çıkardığı kesesinden ödedi parasını. Rüstem Ağa ilk kez mağazasında gördüğü bu gencin nereli olduğunu, ne iş yaptığını sordu. “Mazganlı’danım. Celeplik yapıyorum. Selanik pazarına bir kaç mal getirdik arkadaşlarla . Sattık. Üç beş parça ihtiyacı alıp köye döneceğim. Niyetim burada kalıp, bir iş tutmaktı ama, zor “ dedi. Gencin bu içten, saf anlatımı hoşuna gitti Rüstem Ağa’nın. Kendisinin de hesap kitaptan anlayan, alış veriş bilen birine ihtiyacı vardı. “Delikanlı adın ne? Kimin kimsen var mı köyde. Ne tür iş ararsın?” deyince delikanlı:”Adım Memet. Dört erkek kardeşiz. Anam babam da köyde yaşıyor.Hesaba, kitaba aklım erer. Alış-verişten anlarım” deyince içinde kımıl kımıl bir şeyler kaynadı Rüstem Ağa’nın “Benim de böyle bir oğlum olsaydı” diye geçirdi içinden. Sonra da;”Gel çalış bu dükkanda. Ekmeğin aşın, yatacak yerin benden. Giysini, içeceğin kadar tütünü verir, emeğinin de hakkını öderim”. Delikanlı hiç beklemediği bu öneri karşısında alnında biriken terleri mendiliyle silip;”Daha ne isteyim ağam; sen münasip gördüysen, biz de layık olmaya çalışırız” diyerek ellerine sarıldı Rüstem Ağa’nın.

Gün o gün; saat o saat işe başladı Memet. Her geçen gün daha da ısındı işine. Rüstem Ağa’nın da günden güne gözüne daha çok girdi. Lep demeden leblebiyi anlıyor; işe kendi işi gibi sarılıyordu Memet. İlkin kumaş toplarını indirip, kaldırmakla başladı işe;sonra mağazanın tüm işlerine el attı. Rüstem Ağa ona baktıkça “Ah şu Memet gibi benim de bir oğlum olsa, soyumu sopumu sürdürse” diye iç geçiriyordu. Akşam olunca tütün denklerinin arasına serdiği şiltelerin üstünde uyuyan Memet bir tek mağaza işleriyle değil, gerektiğinde konağın işlerine de koşturuyordu. Mağazaya gelen müşterilere ve çevre esnafa da kendini sevdiren Memet’i Rüstem Ağa zamanlı zamansız eve de yolluyor, ya aldığı yemeklikleri gönderiyor; ya da unuttuğu bir şeyi alıp getirmesini istiyordu. İşte bu gidiş gelişlerin birinde olan oldu… Memet’le Fitnat göz göze geldi. Elleri ellerine deydi. Çok geçmeden de kimsenin görmediği bir köşede buluşup fısıldaşır oldular. Memet bir türlü durumu Rüstem Ağa’ya açamıyor, içine kapandıkça kapanıyordu. Sonra, Fitnat’ın davranışlarındaki değişikliği sezen anası sorguladı kızını. Durumu öğrenince de babasına açtı meseleyi. Rüstem Ağa’nın da zaman zaman aklından geçen Fitnat’ı Memet’le everme işi kendiliğinden gelişince hoşuna gitti. Gülümsemeye başladı. “Öteki kızları nasıl yuvadan uçurduysak Fitnat da bir gün gidecekti. Memet’ten iyisi mi olacak. Efendi çocuk. Eli işe yatkın. Namuslu çocuk. Mal mülk dediğin ne ki. Hepsi geçici. Biz dünyadan el çekecek olsak, gözümüz arkada kalmaz” deyince anası haberi Fitnat’a uçurdu.


Çok geçmeden de, Memet işinden izin alarak köyüne gidip ana-babasına açtı durumu. Onların da rızasını alarak, üç beş armağan yetirip kentin yolunu tuttular. Rüstem Ağa’nın Hortacı’daki evinin kapısını çaldıklarında, Fitnat’ın yüreği duracak gibiydi. Al yanakları biraz daha kızarmış olarak, elleri titreyerek açtı konağın kapısını. Konukları anası babası da kapıda karşıladı. Konağın büyük salonuna aldılar. Şuradan buradan konuşup, kahvelerini içerken “Allahın emriyle “ diye başladı Memet’in babası. Sonra da “Kısmetse olur. Hele bir de kızımıza danışalmı. Lakin Fitnat bizim evimizin şenliği. Onsuz bu konağın tadı kalmaz. Biz isteriz ki, oğlunuz bizimle olsun. Evimizde kalsın. Bize evlat olsun. Kızımız da bizden kopmamış olur” deyince Memet’in babası; niyetimiz sizinle akraba olmak. Memet zaten kent yaşamına alıştı. Kızınızı köye getirip de ne iş tutacak. Bizim zaten üç tane gelinimiz var köyde. Sizin dediğiniz gibi olsun. Yeter ki mutlu olsunlar” deyip söz kestiler. Fitnat kız, kapı aralığından konuşulanları dinlerken sevinçten uçuyordu.



Usulen kızlarıyla konuşup, sonucu bildireceklerini söylediler. Konukları yolcu ettiler. İlkin Fitnat’la konuştu babası. Ne desin Fitnat’cık.”Siz bilirsiniz baba. Siz uygun görürseniz ben de evet derim” diye görüşünü bildirdi. İç güveyi alacakları için fazla beklemeyip, düğünü bir an önce yapmaya karar verdiler. Nasıriç’teki çiftlik evlerinde davulları çaldırıp, anlı şanlı bir düğün yapacaklardı. Gençler heyecanla o günü beklerken, Selanik’i kabus gibi bir hastalık kasıp kavurmaya başladı. Kolera dedikleri illet, bir çok canı alıp götürmeye başlamıştı. Kenti karabulutlar gibi sarmıştı kolera. Yalnızca Selanik’i değil; tüm Rumeli’yi sarmıştı. Kimine göre Selanik limanlarındaki yabancı gemilerden bulaşmıştı; kimine göre de Balkanlar’daki savaştan kaçıp Selanik’e sığınan göçmenler taşımıştı kolerayı. Şu…Bu…Tevatür çeşit çeşit. Ama yaşam sürüyor bir yandan.



Çok geçmeden iki aile yeniden bir araya gelip düğün gününü kararlaştırdılar. Üç hafta içinde hazırlıklar tamamlanıp, düğün yapılacak, gençler baş göz olacaktı. Konu komşudan bazıları, varsıl, saygın Rüstem Aga’nın kızını, yoksul bir gence iç güveysi olarak vermesini hoş karşılamıyordu. Ama Memet’in dürüst ve çalışkan olduğunu, bir evlat gibi aileye gireceğini söyleyenler çoğunluktaydı. Artık günleri sayıyorlardı. On beş… On dört… On üç. Ama koleranın sarstığı Selanikte, camilerde durmadan sela okunuyor, cenazeler ard arda kaldırılıyordu. Kolera olmadık yerlerde, olmadık kişilerde uç gösteriyor. İlkin ateş, kusma, ishal; çok geçmeden de bir yatak, bir yorgan çaput gibi halsiz bırakıp, suyunu emdikten sonra da alıp götürüyordu hastayı. On iki, on bir. Ama Fitnat’ın hali hal değil. Hastanede doktor fısıldadı kulağına babasının. “KOLERA”. Dokuz, sekiz, yedi, üç. Düğüne üç gün kala sizlere ömür! İlkin ateş, kusma, sonra da kesiksiz ishal ve halsizlik. Aman, yaman doktor, ilaç… Boş! Bir kuş yavrusu gibi, babasının kollarında can verdi Fitnat. Hortacı Camiinde selası okunurken, üç gün sonraki düğüne izin vermeyen ölüme ilenen Memet, caminin bir kenarına çekilmiş, bir yandan hüngür hüngür ağlıyor; öte yandan kınası yakılmamış geline bu illeti bulaştıran Selanik’e ileniyordu.


ATATÜRK RESİMLER -SELANİK TÜRKÜSÜ VE BÜLBÜLÜM ALTIN KAFESTE

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Yunanistan'da Türk İzleri

Selanik - Beyaz Kule

Halen Selanik'in simgesi olan bu kule Osmanlı Devleti tarafından Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılmıştır. Mimarının Mimar Sinan olduğuna dair bazı iddialar vardır. Kule Osmanlılar tarafından Kale, Garnizon ve hapishane olarak kullanışmıştır. 1912'de Balkan Savaşlarının sonucu olarak Selanik Yunanlıların eline geçince kule sembolik bir vaftiz uygulaması olarak beyaza boyanmıştır. İsmi buradan gelmektedir. Ancak zamanla kule eski rengine dönmüştür.


Fethiye Camii - Atina


Fatih Sultan Mehmet 1458 Ağustosunda Atina’ya girdi.Türklerin ‘’Medinetü’l Hükâme = Bilgeler Şehri’’ dedikleri bu şehri uzun uzun gezdi.Roma Agorasında bulunan caminin temelini de bu sefer sırasında attı.Cami ismini de Atina fethinin anısı olarak aldı.Fethiye camisi bu gün yıkılmak üzere kaderine terkedilmiş.Ecdadın mezar taşları,caminin duvarına kırık dökük dayanmış duruyor.Fethiye Camii 1829 dan sonra okul,ceza evi,fırın olarak kullanılmış.Minaresi yok edilmiş.Çevresindeki mezarlıklar kaybolmuş.

Osman Şah Camii


Tırhala, Osman Şah Camii . Kara Osman Paşa’nın bu eseri, mektep, medrese, türbe ve imaretle birlikte külliye halinde1567’den önce yapılmıştır, Mimar Sinan’ın eseridir.






İbrahim Paşa Camii



Kavala'da kiliseye devşirilen İbrahim Paşa Camii
Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamlarından Maktûl İbrahim Paşa yaptırmıştır.

18 Mayıs 2010 Salı

Trakya'nın Batısında Yemek Kültürü

SELANİK TATLISI:
Malzemeler:
şerbeti için:
2 bardak toz şeker
2 tatlı kaşığı limon suyu
1,5 bardak su
Hamuru için:
7,5 kahve fincanı un
3,5 kahve fincanı tereyağ
1 kahve fincanı pudra şekeri
Muhallebisi için:
3 bardak süt
1 kahve fincanı nişasta
4 yumurta
1/2 tatlı kaşığı tuz
Hazırlanışı:Sütü bir tencerede kabarana dek kaynatın. Süt kaynamaya yüz tuttuğunda tuz ve nişasta karışımını çabuk çabuk yedirin. İyice karışınca tekrar ateşe koyun. Karıştırarak nişastalı sütlü boza kıvamına telene kadar pişirin. Soğumaya bırakın. Unu hamuru yoğuracağınız yere eleyin. Pudra şekerini de unun üzerine eleyin. Ortasını havuz gibi açın ve içine azar azar eritilmiş tereyağını dökerken unu karıştırın. Yağın katılması sona erince karışımı yoğurarak hamur haline getirin. Daha sonra içi iyice yağlanmış tepsiye boşaltın ve bir spatula yardımıyla bir parmak kalınlığında olacak şekilde düzeltin. Tepsiyi orta ısılı fırında üstü pembeleşene dek pişirin. Hamur fırında pişerken soğumuş muhallebiye yumurtaları teker teker ekleyin ve bir çatal yardımıyla karıştırarakyedirin. Sonra fırından çıkan hamurun üzerine boşaltın. Bir spatula yardımıyla üzerini düzeltin. Üstü pembeleşince fırından alın ve kenarda soğumaya bırakın. Şeker ve suyu bir tencerede karıştırıp kaynatın. İnmesine yakın limon suyunu ekleyin ve koyu bir şerbet haline gelince baklava biçiminde dilimlediğiniz tatlının üzerinde gezdirin. Tatlı şerbeti iyice çektikten sonra servis yapabilirisiniz.


BATI TRAKYA USULÜ YEŞİL MERCİMEK:

Malzemeler:
2 su bardağı yeşil mercimek
yarım su bardağı çiçek yağı
yarım su bardağı zeytin yağı
bir büyük kuru soğan
2 yemek kaşığı domates salçası
1,5-2 litre su
1 yemek kaşığı tereyağı
Hazırlanışı:Malzemenin hepsini çiğden hazırlayarak helmelene kadar pişirin. 1 yemek kaşığı dolusu un ilave edin. Pembeleşince, pişmiş olan mercimekten kaşık kaşık alarak ve sürekli karıştırarak, mercimeği tamamen aktarın. 1, 5 tatlı kaşığı tuz ilave edin. Bir dakika daha kaynatın.
Sirke, dövülmüş sarımsak ve pul biberle hazırladığınız sos ile servise sunun.



BALKABAĞI BÖREĞİ:

yufka için;
bir kilo un
aldığı kadar su
tuz
börek için;
500 gr rendelenmiş bal kabağı
1,5/2 su bardağı toz şeker


2 kahve fincanı eritilmiş tereyağı

çok az tuz

Hazırlanışı:
Un, su ve tuzu yoğurun. Hamuru 10 dakika dinlendirip, 5 adet beze koparın ve yufka açm. Kabak, şeker ve tuzu harmanlayın. Diğer tarafta tereyağını eritin. Böreğin pişeceği tepsiyi iyice yağlayın. İki adet yufkayı üst üste serin. Hazırlanan için yar ismi yufkaların üzerine yayın. Araya bir yufka serin. İçin diğer yarısını da bu yufkanın üzerine dökün. Harem üzerine kalan diğer iki yufkayı serin (Arzu edilirse iki yufka araşma eritilmiş tereyağı sürülebilir). Hazırladığınız böreği hafif ateşte döndüre döndüre iyice pişirin. Alt tarafı pişen böreği, aynı büyüklükte başka bir tepsiye çevirin. Boşalan tepsiyi tekrar yağlayın. Böreğin kızarmamış kısmı alta gelecek şekilde tepsinin içine kaydırın. Tekrar ocak üzerinde çevirip, pişirin. Soğuduktan sonra, dilimleyerek servis yapın.


UMAÇ ÇORBASI

1 su bardağı un
4 su bardağı su1 tatlı kaşığı nane
yarım çorba kaşığı salça

3 çorba kaşığı tereyağı

1 tatlı kaşığı kırmızıbiber
Hazırlanışı:Bir tencereye su, salça ve tuz ekleyip kaynatın. Diğer tarafta bir tabağa un koyup, hafif su serperek karıştırın ve elinizle parça parça katı bir form verin. Hamurlar nohut büyüklüğünde olana dek bu işleme devam edin. Hamur parçacıklarını, kaynamakta olan suya yavaş yavaş ilave edin. Nane ekleyerek birkaç taşım kaynatın ve ocaktan alm. Tereyağını eritip, kırmızıbiber ilave edin. Çorbanın üzerine gezdirerek servis yapın.



















16 Mayıs 2010 Pazar

Batı Trakya Edebiyatı


I. Batı Trakya'da Türkler ve Türk Dili


Bu ülkedeki Türkler ve Türkçe'nin durumuyla ilgili olarak başlıca şu gruplar üzerinde durulabilir:
a) 14. yüzyılda Gazi Evrenos Bey'in Batı Trak ya'yı fethi ile bölgeye Konya ve Balıkesir civarından gelip yerleşen, Osmanlı Türklerinin torunlan olarak yoğun bir biçimde Gümülcine ve İskeçe şehir ve köylerinde Lozan'dan beri "Resmi Azınlık" statüsünde ya şamakta olan, 150.000 nüfuslu "Batı Trakya Türkleri".
b) Etnik kökenleri Yunan yönetimlerince sürekli olarak tartışma konusu yapılmak istenen, Batı Trakya'da "Balkan Kolu" denen "Yasak Bölge"de ya şamakta olan Müslüman Pomak Türkleri.
c) Başta Rodos olmak üzere, "12 Ada Müs lüman Türkleri".
d) Türk Kökenli Hıristiyanlar: Oğuz Türk lerinden çok önceleri bölgeye kuzeyden gelip yerleşen Gagauz, Kuman-Kıpçak, Peçenek gibi boylara mensup Hıristiyan Türkler ve Lozan'dan sonra mübadele ile Anadolu ve Trakya'dan Yunanistan'a göçen ana dilleri Türkçe ama Yunan alfabesi kullanan "Karamanlı Türk Ortodokslar".

II. Batı Trakya Türkleri Basın-Yayın Faaliyetleri

Yunanistan'daki en önemli Türk topluluğu olan Batı Trakya Türkleri, Lozan'dan sonra kesintisiz olarak azınlık basım-yayın organlarına sahip olmuşlardır. Eski ve yeni harfli olarak altmıştan fazla gazete ve dergi adına ek olarak, bu Türk topluluğunun Türkiye'de üç (Bati Trakya'nın Sesi, Bati Trakya, Yeni Batı Trakya), Almanya'da üç (Almanya'dan Batı Trakya, Yeni Ses, Yeni Adım) yayın organına rastlıyoruz. Türkiye'de 1928 yılında gerçekleştirilen harf devrimi akabinde Balkanlardaki diğer Türk topluluklarında olduğu gibi Bati Trakya Türklerini de etkilemiş ve büyük ölçüde Latin alfabesi benimsenilmiştir; ancak, dini kesime mensup bazı gazete ve dergilerin 1970Tİ yıllara kadar Arap alfabesini kullanmaya devam ettiklerini görüyoruz.


III. Batı Trakya Türk Edebiyatı'nın Tanımı


Genel olarak Türk Edebiyati'nın önemli ve orjinal bir kolunu oluşturan Balkan (Rumeli) Türkleri Ede-biyatı kavramı bünyesinde, Bulgaristan Türkleri Edebiyatı, Yugoslavya Türkleri Edebiyatı, Romanya Türk-leri edebiyatı, Makedonya Türkleri Edebiyata yanında Yunanistan'da (Batı Trakya'da) oluşan edebî fa-aliyetlere "Yunanistan (Bati Trakya) Türkleri Ede-biyan" adını vermek uygun olacaktır. Başka bir ifadeyle, Batı Trakya'nın Lozan Antlaşması sonucu siyasî açıdan Yunanistan'a bırakıldığı 1923'ten günümüze kadar bu ülke ve bu bölgede Türkçe olarak gerçekleştirilen edebî faaliyetlerin bütünü bu tanıma dahil olunabilir.


IV. Batı Trakya Türkleri Edebiyatında Gençler

Bati Trakya Türkleri Edebiyatında 1980 sonrasında sağlanan en önemli gelişmelerden birisi de başta şiir türü olmak üzere 20 kadar gencin yeni bir edebiyat kuşağı halinde gündeme gelmesi gerçeğidir.



V. Almanya'da Batı Trakya Türk Edebiyatı: Almanya'daki Batı Trakya Türkleri arasında da edebî açıdan en yaygın tür "şiir"dir. Genelde klasik halk şiiri geleneğine bağlı bu şiirleri; açık imza ile yazılanlar, mahlas-müstear ad veya rumuzla yazılanlar, amatör denemeler olarak üç gruba ayırmak mümkündür.

VI. Batı Trakya Türkleri Edebiyatında Başlıca Konular

Yunanlıların bu ülkedeki Türkler üzerine uyguladığı siyasî, ekonomik, sosyal-kültürel ve dinî baskılarını sistemli bir biçimde Lozan'dan beri sürdürmesi sonucu bu ülkedeki Türk şair ve yazarlarının ele aldığı başlıca tema "Huzursuzluk" olmuştur. Bu durumda ele alınabilecek diğer bütün konular geri plana itilmiş ve ortaya "Huzursuzluk Edebiyatı" diye anılması uygun olan bir edebiyat çıkmıştır.

VII. Batı Trakya Türkleri Edebiyatında Başlıca Türler

a) Millî-dinî^geleneksel çizgi: Asım Haliloğlu, Alirıza Savaşoğlu, Hüseyin Mazlum, Salih Halil vd. bu çizgiyi edebî açıdan sürdürmüşlerdir.


b) Toplumcu çizgi: Mehmet Çolak, İbram On- sunoğlu, Refika Nazım bu çizgiyi edebî açıdan sürdürmüşlerdir.

c) Bağımsız çizgi: Mustafa Tahsin, Rahmi Ali, Naim Kazım, Hüseyin Alibabaoğlu gibi şairleri bu çiz gide değerlendirebiliriz.

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Selanik - Mustafa Kemal Atatürk'ün Evi



Selanik (Yunanca: Θεσσαλονίκη / Thessaloniki, Osmanlı Türkçesi: سلانیك), Yunanistan'ın ikinci büyük kenti[1] ve Yunan Makedonyası bölgesinin yönetim merkezidir. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu şehirdir.
 Selanik'in nüfusu 800.764 yakındır ve coğrafî koordinatları 40°38′ kuzey enlemi ve 22°58′ doğu boylamındadır. Önemli turistik ziyaret yerleri Beyaz Kule ve Arkeoloji Müzesi'dir.

"Atatürk Evi bugünkü Selanik'in Aya Dimitriya mahallesinde ve Apostolu Pavlu caddesi üzerinde 75 numaradadır. Bitişiğinde Türk Konsolosluğu vardır.Selanik'te Atatürk Evi, arşiv kayıtlarına göre, Selanik'in Koca Kasım Paşa mahallesi, Islahhane caddesi üzerindedir. Ev, bodrumu ile birlikte üç katlı ve bir avlu içerisindedir.Selanik arşiv belgelerinden edinilen bilgilere göre, şimdi müze olan Atatürk Evi, 1870 yılından önce Rodoslu müderris Hacı Mehmed tarafından yaptırılmış olup önce İbrahim Zühdü adlı birisine, daha sonra da yine Selanik halkından Abdullah Ağa ve Eşi Ümmü Gülsüm'e satılmıştır. Bu kayıtlardan anlaşıldığına göre Ev, Atatürk'ün babası Ali Rıza efendi tarafından inşa ettirilmemiş, sahiplerinden kiralanmıştır."


"Balkan harbinden sonra, Selanik Yumanlıların elinde kalmış o güne kadar Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım'ın oturduğu ev de Lozan antlaşması hükümlerince Yunan Hükümetine intikal etmiştir. Yunan Hükümeti de evi Yunanlı bir aileye satmıştır.Cumhuriyet'in Onuncu yıl dönümü (29 Ekim 1933) dolayısıyla, Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Konferansının bir hatırası olarak, Atatürk'ün doğduğu evin çift kanatlı kapısının sağ köşesine mermer bir plaka yerleştirmiştir. Plakanın üzerinde Türkçe, Elence ve Fransızca olarak şu ibare yazılıdır;

(Türk milletinin büyük müceddidi ve Balkan ittihadının müzahiri GAZİ MUSTAFA-KEMAL burada dünyaya gelmiştir. İş bu levha Türkiye Cumhuriyetinin onuncu yıldönümü münasebetiyle konulmuştur. Selanik, 29 Birinciteşrin 1933)
 4 Kasım 1933 tarihinde Türkiye'nin Atina Elçisi ve elçilik mensupları Makedonya Genel Valisi, Selanik Belediye Başkanı ve Yunan ileri gelenlerinin katılmasıyla bir tören yapılmış, plaka bu törende yerine konmuştur. Selanik Belediyesi , daha sonra evin, Yunanlı sahibinden satın alarak Atatürk'e hediye edilmesini de kararlaştırmış ev ancak 19 Şubat 1937 de boşaltılabilmiş ve anahtarları Selanik Konsolosluğumuza teslim edilmiştir.

Bu olaydan sonra, Atatürk Evi, Selanik'teki Türk Konsolosluğu'nun bakımına verilmiş ve evin zemin katında sonradan açılan dükkanlar kaldırılarak eski şekline getirilmiş, sonradan sarıya boyanan ev yine pembe renkle, boyanmış, çatısı aktarılarak onarılmıştır. 1950 yılında daha geniş çapta büyük onarım gören Atatürk Evi'nin (Atatürk Müzesi) olarak tanzimi düşünülmüş ve bu konuda Dışişleri Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı çalışmalara başlamıştır.
Atatürk Evi'nin tanzim ve teşhiri konusunda fikirlerini almak üzere milli Eğitim Bakanlığınca bazı kişilere baş vurulmuş gerekli eşya İstanbul Dolmabahçe ve Topkapı Saraylarından seçilerek Selanik'e gönderilmiştir. Böylelikle Evin bütün odaları eski şekline göre ayrı ayrı değerlendirilmiş 10 Kasım 1953 günü törenle ziyarete açılmıştır



Osmanlı dönemi
  Selanik 1430 tarihinde padişah II. Murat'ın yönettiği bir Osmanlı ordusu tarafından fethedildi. 15. yüzyıl boyunca kente Anadolu'dan getirilen çok sayıda Türk yerleşti. 1492 yılında Osmanlılar İspanya'dan kovulan Sefarad Yahudilere kapılarını açtıklarında Selanik Yahudilerin yerleşmek için en fazla tercih ettikleri şehir oldu. Selanik 500 yıla yakın bir süre boyunca bir Osmanlı şehri olarak kaldı. Çeşit çeşit Hristiyan, Yahudi ve Müslüman toplumların hep birlikte uyum içinde yaşadığı önemli bir kültür ve ekonomi merkezi haline geldi.
Osmanlı Devletinin Istanbuldan sonra 2nci büyük kenti olan Selanik,Balkan Savaşları esnasında, 9 Kasım 1912 de merkezden destak alamayan ve panik içinde dağılan Osmanlı Ordusunun direnişinin mümkün olmayacagını düşünen Garnizon komutanı Tahsin Paşa Yunan Ordusuna hiç bir direniş göstermeden maalesef şehri teslim etmiştir.Şehirde bulunan 25.000 kişilik Osmanlı Ordusunun direniş göstermeden teslim olması halkta büyük bir şaşkınlık ve panik ortaya çıkarmış ve binlerce Müslüman Osmanlı vatandaşı Yunanlılar tarafından katledilmiştir.

17. yüzyılda Sabetay Sevi tarafında başlatılan Sabetayizm hareketi Selanik'teki Yahudiler arasında çok rağbet buldu. Sabetay Sevi'yi izleyerek Müslüman olan Yahudiler Selânik'te Osmanlı Devleti'nin yenileşme çabalarına büyük katkılarda bulundular. Jöntürk hareketi büyük ölçüde Selanik'te gelişti. Osmanlı padişahı II. Abdülhamit tahttan indirildikten sonra 1909 yılında Selanik'e sürgüne gönderildi. Fakat 3 yıl sonra Selanik Yunanlıların eline geçince İstanbul'a geri gönderilmek zorunda kaldı.




Gümülcine Saat Kulesi

SAAT KULESİ
Gümülcine’nin merkezinde bulunan Saat Kulesi, günümüzde hala güzelliğini korumaktadır. Yeni Cami arsası içinde merkeze doğru gelen yolun en güzel görünüşüne sahip olan bölümünde bulunan bu görkemli kule, bir sanat abidesidir.

Bu tarihi yapının inşasına, 21 Ekim 1884 yılında başlanmış ve 10 Ekim 1885’de tamamlanmıştır. Sultan II. Abdülhamid’in (1876-1908) bu şehre çok değerli armağanıdır.
Bina dört katlı bir yapıya sahip olup aşağıdan yukarıya her katta biraz daha daralmaktadır. Üçüncü katın üst kısmına yerleştirilmiş bir saat kadranı zamanı göstermekte ve bugün hala ilk günkü gibi çalışmaktadır. Şehir Yunanistan idaresine geçtikten sonra onarılmış ve tatlı sarı bir renge boyanmıştır.



Kulenin kitabesi ve yeni harflerle çevirisi:



Şehinşah keremdir. Hazret-i Abdülhamit Hanın

Bu bala kuleyi yaptırdı saat celb ve vazetti

Bu emretti Abdülkadir Paşa’ya kim yani

Sada verdi bu saat lütf-ü Sultaniyeden afaka

Bu tarih Selim tamdır saat gibi irfan

Uluv-ü himmeti maruftur daim meberrata

Kaviyyen ihtiyacı vardı. Şehrin böyle mikata

Livada hüsn-ü icra-i hükümet eyleyen zata

Olur elbet delil asar-ı Hayriye kemalata

Bu saattan vatan ehli hep agah oldu evkata

Sene 1302(1885) (30)
Saat Kulesi, Sultan Abdülhamit’in döneminde doğu şehirlerinde de inşa ettirilmiş olan kulelerden biridir. Saat kulesinin inşaatının gerçekleştirilmesi görevi Abdülkadir Paşaya verilmiş ve bina bir yıl gibi kısa zamanda tamamlanmıştır.

İskeçe Saat Kulesi

İskeçe şehir meydanını süsleyen ve günümüze kadar uzanan görkemli görüntüsüyle bir saat kulesi vardır. Bu tarihi saat kulesi, M. 1870 yılında Hacı Emin Ağa tarafından yaptırılmıştır. Ecdadımız fethettikleri yerlerde Cami, hamam, medrese gibi dini ve hayır tesislerinden başka, birçok şehir ve kasabalarda saat kuleleri de inşâ etmişlerdir. Toplumun sosyal ihtiyacına cevap veren ve aynı zamanda saatin önemini vurgulayan bu tarihi anıt, İskeçe’de Türklüğün varlığını simgeleyen değerli bir eserdir. Bugün hâlâ resim gibi güzelliğini koruyan bu görkemli saat kulesi, hiç kuşkusus müstesna bir sanat eseridir. Hacı Emin Ağa tarafından yaptırılan ve şehre armağan edilen bu anıt, 1972 yılında İskeçe belediyesi tarafından Türk sanat ve medeniyetini temsil ettiği için yıkılmasına karar verilmiştir. Fakat duyarlı halkımızın gösterdiği tepki ve zamanın valisinin müdahale etmesi üzerine bu anıtın yıkımı ertelendi. Ancak Bizans damgasını almaktan kurtulamayıp kitabesi paramparça edilmiştir. İddialara göre kitabesi şu an belediyenin depolarında çürümektedir.

Kasıtlı olarak kitabe yok edilmeden önce şöyle idi:


“Hânedan-ı beldeden Hacı Emin Ağa’yı Hak” ile başlar ve “Bî-bedelbir hayr-ı vakf oldu sâat her zaman” ile bitmektedir. Bu kitabenin açıklamasını hocamız İsmail Bıçakçı “Yunanistan’da Türk mimarî eserleri” adlı kitabinda şöyle açıklamıştır: “Cenab-ı Hak, kasabanın köklü ailelerinden olan Hacı Emin Ağa’yı hayır yapmaya her zaman başarılı kıldı. İşte bunlardan olan bu havzı ve de bir görkemli saatı bütün ihlas ve içtenlikle zaman ve vakitleri bildirmesi için yapmıştır. Bu, öyle bir saat ki vurduğu zaman sesini ta uzaklara kadar ulaştırır. Şehre, hele köy halklarına ( cumalarda ve cenazeler için ) sala verme yeri oldu. Bundan sonra ( ayarlayarak ) okusunlar ramazan ayında iftar vaktini, sahuru bildirdiği için artık topa veya davula hacet kalmadı. Bir anıt ki topluma olan yararı gün gibi açıktır. Yaptıranı her an hayır ile anmak yaraşır. Tarihi için cevher dense doğru söyler ve yakışır doğrusu. Bu saat karşılıksız olarak ve her zaman için hayırlı bir vakıf oldu”.

14 Mayıs 2010 Cuma

Batı Trakya'ya Yolculuk

İskeçe çok dağlık ve soğuktur fakat manzara açısından olağanüstü bir şehir olduğunu söyleyebilirim. Yunanistan'a ipsala sınır kapısından giriş yapılır ve birçok camii çıkar karşımıza buradan Türk köyleri olduğunu anlayabiliriz. Otobüs ile geçerken birde yol kenarında içinde mumlar ve resimler olan ilginç maket kilisecikler vardır. Bu maketler o bölgede trafik kazası ile ölenlerin anısına yaptırılır. Yakınlarını bu şekilde anarlar.

Batı Trakya Kültürü


  1. Batı Trakya zengin kültürü ile her sene yerli yabancı turist çeker.
  2. Tütüncülük ile uğraşırlar.
  3. Her şubat ve Mart  aylarında karnavallar olur.
  4. Birçok tatlıcı dükkanı ve çok şık kafeleri vardır.
  5. Cumartesi günü kent pazarı yapılır.
  6. Bademli un kurabiyesi meşhurdur.

    Batı Trakya'nın Konumu

    Batı Trakya Yunanistan'ın kuzey-doğu bölgesine Türkler'in verdiği isimdir.Bu bölgede İskeçe Gümülcine gibi şehirler vardır. İskeçe Türkiyeye çok yakındır. Gümülcine ise batı trakyanın en merkezi şehridir.     

    7 Mayıs 2010 Cuma